11 Aralık 2009 Cuma

YA SİZ ÇOK SAFSINIZ YA DA BİZ APTAL!



TERÖR MEŞRULAŞTIRILMAYA ÇALIŞILDI! ÜSTÜNE DEMOKRASİ VE AÇILIM ŞEMSİYESİAÇILDI!MEYDAN BOŞ BULUNDU VE BOŞ ZANNEDİLDİ! AÇIK AÇIK PKK DENDİ!

TERÖR SEMPATİZANLARI TBMM'YE GİRDİ VE TÜRKİYE'YE MEYDAN OKUDU! BUNUN ADINA DEMOKRASİ DENDİ ÖZGÜRLÜK DENDİ!

SANKİ İSTENEN AYRI BİR DEVLET AYRI BİR BAYRAK DEĞİL DE GERÇEKTEN BİR BARIŞ ARAYIŞIYMIŞ GİBİ YAZILDI ÇİZİLDİ!

ŞİMDİ BAKIYORUM BİRÇOK GAZETECİ YAZAR NEREDEYSE AĞLAYACAK! AĞIT YAKACAK! YA SİZ ÇOK SAFSINIZ YA BİZ ÇOK APTALIZ!

DTP'NİN KAPATILMASI AZDIR BİLE! BİRÇOK MİLLETVEKİLİ YARGILANIP EN AĞIR ŞEKİLDE CEZALANDIRILMALIDIR!

BEN BİR ATATÜRK GENCİ OLARAK HATIRLATIYORUM! NE EMRETMİŞTİ ULU ÖNDER BİZLERE?

"EYY TÜRK GENÇLİĞİ! BİRİNCİ VAZİFEN, TÜRK İSTİKLALİNİ, TÜRK CUMHURİYETİ'Nİ İLELEBET MUHAFAZA VE MÜDAFAA ETMEKTİR!" İŞTE O KADAR...

BU EMRİN VE GÖREVİN ÜZERİNE SÖYLENECEK HER SÖZ SİNEK VIZILTISINDAN BİLE DAHA KIYMETSİZDİR!

7 Aralık 2009 Pazartesi

ECE HAKKINDA HERŞEY!



"Mustafa Hakkında Herşey" Çağan Irmak'ın ilk uzun metraj denemesidir. Filmi ilk izleyenler herhalde "bu çocuk ilerde adam olur" sözünü akıllarından geçirmiştir o günlerde... Ve o çocuk adam oldu da diyebiliriz herhalde...

"Hiçbirşey göründüğü gibi değildir" mesajı veren bu film medyada adam gibi gözüküp, Çağan Irmak'ın aksine, adam olamayanlara da bir gönderme gibi sanki! Okan Bayülgen'in cumartesi günkü programı, etrafta "adam olmuş" gibi kasıla kasıla dolaşan, 5 dil biliyorum, şöyle eğitimler aldım, Platini'lerle şöyle yayınlar yaptım diyerek kabara kabara gezenlerin aslında "göründükleri gibi olmadığını" gösterdi bize.Evet, hakikaten "hiçbirşey göründüğü gibi değilmiş."

Geçenlerde bir arkadaşım yazmış, birçoğumuzun da duygularına tercüman olmuştu:"Şu twittter'dan bazı insanların iç yüzünü görür olduk. Gazeteciymiş gibi duranlar, yazarmış gibi yapanlar..."

Okuyunca arkadaşım olduğu için bir kez daha gururlandım, bir kez daha sevdim kendisini. Aslında bunu daha da genişletmeliyiz. Şu medyada televizyoncuymuş gibi duranlar, haberciymiş gibi yapanlar, kendini spikermiş gibi zannedenler, programcıymış gibi görünenler... Ece Vahapoğlu vakası buz dağının görünen kısmı sadece. O yüzden bir tek onu eleştirmek haksızlık aslında. Eleştirilmesi gereken, -mış gibi yapanların, -miş gibi görünenlerin bulundukları yere nasıl ve kimlerin sayesinde, ne şekilde geldikleri! Serdar Akinan "hepimiz su samuruyuz" dediğinde, Habertük Can Dündar olayında "Can Boğaz'dan Gelir" manşetini attığında, medya dünyasında birileri "çığırmıştı" adeta. Tabiki bir genelleme yapıp herkesi aynı kefeye koymak yanlıştı ama çoğunluk nasıl inkar edilebilirdi ki? Ama maalesef inkar edildi! Böyle bir şey yok dendi ağız birliği edilerek! Özellikle medyanın bazı kadın başrol oyuncuları isyan etti, köpürdü! İçlerinden bir tanesi "evet, bazı yaşanmışlıklar vardır, olabilir" diyemedi ya da demedi. Bazıları kendisini 3 maymunu oynayacak kadar akıllı, karşısındakini bunu yutacak kadar aptal mı zannediyor?!

İşin özü Türkiye'de, medya da birçok başka alanda olduğu gibi düzensiz ve çarpık işliyor. Birçok medya emekçisi gecesini gündüzüne katıp yazı işlerinde sabahlarken veya montaj setlerinde uykusuzluktan sızarken, bazıları ya sevgilisi olduğu medya yöneticisi, ya cemiyet hayatının elit bir mensubu olan babası, ya ailesindeki başka bir akrabası ya da yakın bir arkadaşının sayesinde 2 satır yazı yazıp gazetede bir köşe, ekranlarda bir program sunucusu, bir haber spikeri olabiliyor. O sabahlayan medya emekçilerinin birçoğu 3 kuruş maaşa, üstelik sosyal güvence olmadan talim ederken, bu pamuk prensesler veya salon erkekleri Nişantaşı'nda fincanı 10 milyona kahve, tabağı 30 milyona bifteklerini sindirebiliyorlar! Sindirsinler... Afiyet olsun da, bu çarpık düzeni içine sindiremeyenlerin gazını kim alacak?

Herşey göründüğü gibi olsa, gerçekten 5 dil bilip yazdığı yazılarda zeka kırıntıları görebilsek helal olsun da demesini elbet biliriz. Ama bırakın yazdığı yazıyı "yorgun olduğum için bu kelimeyi aslında bildiğim dile çeviremedim" diyecek kadar, kırıntıyı geçtim, zeka artığından yoksun güzel köşe yazarlarımız gazetelerde çarşaf çarşaf yazı yazıp "gazeteciymiş" gibi yaparken, nasıl olur da medyanın bu çarpık düzenine sessiz kalınabilir.

Eğer ben bu yazıyı bir gazetede yazsaydım muhtemelen ertesi gün işime son verilirdi. Siz hiç bugüne kadar Türkiye'de medyanın çarpık düzenine, işleyişine ve gazeteciymiş gibi yapanların, televizyoncuymuş gibi duranların üzerine yazılmış bir kitap gördünüz mü? Her gün köşesinden Doğrucu Davut'u oynayıp her konuda ahkam kesen yazarlarımızın medya gerçekleri üzerine bir köşe yazdığını okudunuz mu? Yazmak istemezler, isteseler de yazdırmazlar, yazsalar da yayınlatmazlar zaten! İşte o yüzden medya da "hiçbirşey göründüğü gibi değildir!"

3 Aralık 2009 Perşembe

TARİFSİZ


Sabah uyandığımda ilk baktığım şey telefonum. Her gece olduğu gibi yine rüyamda konuştum seninle ama yeter mi bana? Sesini duymak yeni bir güne başlarken… Ama yok telefonda bir hareket. Bekliyorum… Yok… Yoksun… Kahvaltıda boğazıma takılır içtiğim çay bile.


Öğlen oldu aramadın ama halâ… İşlerin yoğun sanırım. Tama bekliyorum. Ben hep bekleyeceğim zaten seni. Telefon beklemek ne ki?

Saat 5… Hafif bir yorgunluk günün verdiği. Yine duyamadım sesini. Birazdan akşam olacak. Herhalde günün sonunda arayacaksın değil mi? Umudun mutluluğu sardı birden her tarafımı. Bekliyorum.

Akşam oldu. Hava çoktan karardı. Neden aramıyorsun? Yoksa bir şey mi geldi başına? Yoksa… Yoksa yanında biri mi var? Neredesin? Ne yapıyorsun şimdi? Kiminlesin? Artık yok muyum senin için? Korkuyorum… Üşüyorum… Allahım ne oluyor? Niye aramıyor? Artık ben aramalıyım. Biraz merak, biraz kaygı, biraz da öfke var içimde. Şimdi ise terliyorum.

Sakin olmalıyım. Bu ruh halimi hissetmemeli. Çünkü sevmez o benim bu halimi. Haklı da… Ama ne yapayım? Tamam… Şimdi iyiyim. Derin bir nefes… Ve şimdi çeviriyorum tuşları. Evet. Çalıyor. 10 saniye oldu. Çalıyor. Çalıyor. Neden açmıyorsun?

Dışarıda mı? O sesler ne? Niye konuşmak istemiyor gibi? Evet. Müsait değil.

Hangi sokakta hangi caddede şimdi. Nereye gidiyor? Birileri var sanki yanında. Kim o kim? Odamdaki duvarlar büyüdükçe büyüyor. Duvarlar üstüme geliyor şimdi. Üstüme üstüme geliyor. Ben küçülüyorum gittikçe. Hepsinin altındayım şimdi. Hepsi sırtımda. Allahım çok ağırlar. Kaldırmaya gücüm yok.

Ne oldu? Nereye gittiniz acımasız duvarlar. Kafamı kaldırıyorum, doğruluyorum şimdi. Hani? Hani ezecektiniz beni az kalsın. Ama… Ama şimdi de küçülüyorsunuz. Dört bir taraf birbirinize yaklaşıyorsunuz. Kaçmak istiyorum burada. “Çıkarın, çıkarın” diye bağırıyorum. Niye kimse duymuyor sesimi. Neredesiniz? Nerede bu odanın kapısı? Nerede herkes? Neden ışıklar sönüyor yavaş yavaş. Camlar nerede? Havasızım. Dayanamıyorum. Nefes alamıyorum. Boğuluyorum yardım edin.

Bırakın beni koşmak istiyorum. Koşmak sadece koşmak. Neresi olduğu önemli değil. Koşmak istiyorum ayaklarım hissizleşinceye kadar. Koşmak istiyorum nefesim tükenene kadar. Koşmak istiyorum sabaha kadar. Koşmak istiyorum düşüp yığılana kadar. Koşmak istiyorum… Koşmak istiyorum…Koşmak istiyorum….Aslında kaçmak istiyorum!